Obstacles and Disabilities
İnsanı diğer canlı aleminden ayıran en önemli özelliğinin düşünebilmesi ve konuşabilmesi olduğunu öğrettiler bize. Yaşadığımız hayatta da öyle olduğunu deneyimledik yıllarca.
Düşünebilmek
…. Yani var olan akıl yetileriyle, fikir üretebilmek. Herhangi bir şekilde
topladığımız,
gözlemlediğimiz bilgilerle bazı
yargılara vararak fikirler üretmek. Ve bunları,
sahip olduğumuz değerlerimize,
inançlarımıza,
doğru veya yanlış ayrımı
olmadan daha önceden oluşturduğumuz
önyargılarımıza
göre yapmak. Bu değilmiydi
bizi diğer canlı
mahlukattan ayıran.
Tanrının
bize lütfu olan konuşma becerisi ile hayallerimizi,
duygularımızı,
düşüncelerimizi, hissettiklerimizi karşımızdakine veya topluluklara
aktarabilmek.
Ancak insan aynı
zamanda, hayata tutunabilme, kendini koruma iç güdüleri, egoları,
kendini değerli hissetme, sevilme, beğenilme
ve zayıf görünmeme isteği,
kültürel ve ahlaki kısıtlara
uyma eğilimi gibi başka
dürtülerle de bezenmiş, çok güçlü görünen bir çocuk aslında.
işte
tüm bu özellikleri, insanı ayrıcalıklı
kılan, düşündüklerini
ifade etme özelliğini kısa
devre edebiliyor bazen.
İnsanların
gerçek düşünceleri ve fikirlerini yansıtmasını
engelleyen birer saptırıcı
rol oynayan bu özellikler, insanları birbirinden uzaklaştırıyor.
Ve çoğu zamanda insanları ve kurdukları ilişkileri samimisizleştiriyor
veya sevimsizleştiriyor
Kafalarda birden bire aktif
hale gelen filtreler, transformatörler ( Dönüştürücüler),
regülatörler (Düzenleyiciler) işin içinden çıkılmaz
hale getirebiliyor hayatı.
Peki, kafalardaki
filtrelere, düzenleyicilere hiç mi ihtiyaç yok. Tamamen devre dışı mı olmalı.
Hep alıştığımız
gibi, ya hep, ya hiç mantığı mı
olmalı. Tabiki hayır...
İnsan, yaradılışından itibaren diğer insanlar ile ilişki
kurma eğilimi ve meziyetine sahip,
sosyal bir varlık olarak yer almış bu dünyada.
Sosyal hayatın
ve sosyal insan olmanın gereği
olarak da, kurduğu ilişkilerde,
içinde yaşadığı
toplumun değerlerine saygı
gösteren, toplumun sosyal ve ahlaki değerlerine uyan bir yaklaşım içinde yaşamış
binlerce yıl.
Bu yüzden davranış ve sözel aktarımlarında,
mutlak bağımsız
olmamış. Birey olarak toplum içinde yer
alabilmek için, belli referanslara göre, dengelemiş
hem davranışlarını,
hem sözlerini. Ve bunları da, kafalardaki filtreler ve
düzenleyiciler ile yapmış çoğu
zaman.
Bazen kötü bir söz söylemek
isteyipte, kendisini ahlaki değerler nedeniyle frenleyip, içeriğe
bağlı
kalarak daha yumuşak ve kibarca aktarımda
bulunma isteği bundandır.
Yada olumsuz bir düşünceyi,
insanların güdülerini kırmamak
için kendi regülatöründen (düzenleyicisinden) geçirip, olumlu cümleler ile ifade
etmek, bu sebepledir.
Esasen düşünülen
veya anlatılmak istenenler değişmez.
Üslup ve tarz değişir
bu durumlarda. İçeriğinden
vazgeçmez insan, ancak ifadesinin yöntem ve tarzından
ödün verir çoğu zaman
Zaten bizim konumuz bunlar
değil.
Bizim konumuz, korkularımız,
kaygılarımız,
egolarımız
gibi, insanın psikolojik ihtiyaç ve
gereksinimlerini merkeze koyarak, davranış ve sözel aktarımlarını
şekillendirmesidir. Yani insanın
düşündüklerinin, içerik olarak
filtrelenmesi ve dönüştürülmesidir.
İlişkilerinde
bazen kaygılarına
ve korkularına yenilmesidir. İş yerindeki hiyerarşiden çekindiği
için, amirleri yanında iken, düşündüklerini
söylememesidir. Veya düşündüklerinden çok farklı
olarak, onların duymak istediklerini
söylemesidir. Filtrelemesidir, dönüştürmesidir fikirlerini.
Bazen beğenilme ve sevilme isteğidir.
Bir arkadaş grubu içerisinde, sırf
onlar tarafından sevilmek ve beğenilmek için,
hissettiklerinin dışında fikirleri dillendirmesi ve
savunmasıdır.
Düzenleyicilerini, dönüştürücülerini en aktif konuma getirmesidir.
Bazen çocukça küsmektir
insanlara. Söylediklerinin değer görmeyeceğini düşünüp, bulunduğu grup
içindeki insanlara içten içe kızıp, hiç konuşmamaktır. Düşünsel filtre
tıkanmasıdır bu aslında. Ancak aralarında bakarsanız en samimi olanıdır.
Bunların sonucunda öyle
ucube ilişki ve konuşmalar
ortaya çıkar ki, bunları
dışardan gözlemleyebilen insanlar için
tam bir hayal kırıklığıdır bu.
Oysa insanın kendi gibi
davranma, düşündüğü gibi yaşama ve söyleme özelliğini bir zırh gibi koruyan çok
özel başka birkaç özelliği daha vardır. Yaradılışından kazanmış olduğu
insanlık onuru, gururu ve bunların üzerine kişinin kendi karakter özelliklerine
bağlı olarak eklediği cesaret ve kendine güven duygusu.
İnsanlık onuru ve gururu fıtridir.
Yani doğuştan insana verilmiş, ilahi bir özellik ve hatta bir güçtür. Tarihsel
yolculuklarda, tüm kahramanlarında ortak özelliği olmuştur. Gururunu fazla
abartıp, sahip olduklarıyla gurur duyanlar ise, kibir ve mağrur sınıfına
girerek, tarih ve insanlık kayıtlarından silinmişlerdir. Ve bunun üzerine
gösterilebilen cesaret ve kendi özgüveni eklendiğinde, insanın kendi gibi
olmasına, kendi gibi davranmasına ve konuşmasında hiçbir engel kalmaz.
İnsan özgür doğar, hürdür.
Bu yüzden çocuklar, saf yürekleriyle, hikâyedeki gibi "Kral çıplak"
diyebilir. Ancak her zaman hür ve özgür olarak ölemezler. Hayatın ve daha da
önemlisi kendi engellerine takılırlar. Ve düşünsel bir engelli olarak bu
dünyadan ayrılırlar.
Oysa seçim insanın kendi elindedir.
Ya hür ve onurlu, ya da engelli ve silik bir hayat yaşamak...
Doğru ve pişman olmayacağınız seçimler dileğiyle,
Engelleri aşanlardan olun...
Yazan: Alper FINDIK
Yazan: Alper FINDIK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder